10 Kasım: O puslu sonbahar sabahı
14 mins read

10 Kasım: O puslu sonbahar sabahı

Büyük bir önderi, eşi benzeri görülmemiş bir lideri, Mustafa Kemal’i alıp götüren puslu sonbahar sabahı!

Cumhuriyetimizin kurucusu, Türkiye’nin mimarı ve yapmış olduğu devrimlerle bir devletin-Türk milletinin kaderini değiştirmiş, tarihi ters-yüz etmiş yüce bir kişiyi, Atatürk’ü kaybettiğimiz o 10 Kasım günü!

85 yıl olmuş bizi bırakıp gideli! Ama kısacık ömrüne sığdırdıklarıyla bizim için yaptıklarıyla duruşu, vizyonuyla, ileri görüşlülüğü ve de söyledikleriyle her gün, her an aklımızda, kalbimizde, dilimizde!

Ne çok şey var onunla ilgili söylenecek! Ve işin gerçeği ne söylesek az gelecek ne söylesek yetmeyecek!

Hiç azalmadı evet ona duyduğumuz özlem ama tam da bu zamanda, yaşadığımız bu ortamda, hasretimiz çok fazla, belki de hiç olmadığı kadar hatta!

Ülkelerin bir avuç daha fazla toprak için genç-yaşlı, çoluk çocuk demeden masumların canına kıymaktan çekinmediği, bilmem kaç litre petrol için füzelerle, roketlerle hastanelere, okullara, pazar yerlerine yüzlerce sivili katlettikleri, kadınları dövüp canlı canlı gömdükleri bu günlerde Ata’ma sarılıyoruz yine! İçimizdeki o kocaman boşluğu, onu anarak, ona her gün minnettar olarak dolduruyoruz!

Etrafımızda yaşananları gördükçe, dehşetle izledikçe daha bir anladık onun kıymetini! Milli bayramları daha bir coşkuyla kutluyoruz, İstiklal Marşı’mızı haykıra haykıra söylüyoruz. 10 Kasım’lar ise daha bir hüzünlü artık, geri gelmeyeceğini biliyoruz da onca yıl sonra bile hala kabullenemiyoruz. 85 yıl sonra dahi 10 Kasım’daki o hüzün aynı!

Sizi bilmem de ben 10 Kasım’ı, Atatürk’ün öldüğü gün değil, ölümsüzlüğe ulaştığı gün kabul ediyorum! Sadece bedenen yok aramızda oysa yaptıkları, kattıkları ve de yaşattıkları ile o hep yanımızda!

10 Kasım, bir anma günü olmanın yanı sıra bir ‘anlama’ günü de aynı zamanda! Bitip tükenmiş bir toplumdan güçlü ve bağımsız bir millet yaratmasını, devrim ve inkılaplarını, neyi neden yaptığını anlama günü! Kül olmuş bir milleti, küllerinden doğduran bu olağanüstü adama her geçen yıl biraz daha fazla hayran olmaktan ötürü! “Yas tutmayın artık, bırakın üzülmeyi! Onun dediklerini yapın, kabrinde huzurla yatmasını sağlayın!” sözüne rağmen yıllar sonra bile hâlâ saat dokuzu beş gece, sabahın serinliğinin delip geçen siren seslerinin kalbimize dokunuşunu, gözümüzden düşen o birkaç damla yaşın soğukluğunu hissettiğimiz o uğursuz perşembenin yıl dönümü 10 Kasım!

Hep bildiğimiz, okuduğumuz, duyduğumuz gibi Atatürk’e sadece Türk milleti değil, dünya hayran! Tarihi yeniden yazan adam diyorlar, çok da haklılar! Bununla ilgili şöyle bir de anı var hatta;

1938 yılının 10 Kasım’ında, saat 9’u 5 geçenin o kara haberi tüm ulusta duyulmuş! Bir Alman profesör var, İstanbul Hukuk Fakültesi’nde, o da duymuş haberi, şaşırmış. Derse girsin mi- girmesin mi, bir türlü karar veremiyor. O sırada aklına rektöre müracaat etmek gelmiş. Rektörün yanına gitmiş ve rektöre sormuş:

– Efendim, mütereddidim. Acaba ne yapsam, girmeli miyim derse yoksa girmemeli miyim?’

Rektör şöyle yanıt vermiş:

– Sizde büyük bir adam ölünce ne yaparlarsa, onu yapın!

 İşte o zaman Alman profesör kollarını iki yana açarak şu cevabı vermiş:

-Bizde bu kadar büyük bir adam ölmedi ki! 

…………………………………….*………………………………………….. 

Ölümsüzlüğün Günü

Bilmem duymuş muydunuz Atatürk’ün vefatı halinde gömüleceği yer ve toprak konusu, kendisi daha sağ iken gündeme gelmiş. Olayı Atatürk’ün manevi kızı, sosyolog ve tarihçi Afet İnan şöyle anlatıyor:

Bir akşam Atatürk’ün sofrası gene kalabalık, sohbet derin iken konu onun ölümsüz olması gerektiğine, onun başardıklarının ve yarattıklarının efsanelere konu olabileceğine geldi. O kendisi hakkında söylenen güzel sözleri teveccühle dinledikten sonra 1926 yılında kendisine karşı yapılan suikast girişiminden sonra söylediği cümleyi söyledi:

“Benim naçiz vücudum bir gün elbette toprak olacaktır. Fakat Türkiye Cumhuriyeti ilelebet payidar kalacaktır!” ve eklemiş:

– Milletim beni istediği yerde yatırsın, yeter ki beni unutmasın!

Masadakilerden biri, “Atam siz Ankara’yı çok seversiniz, hep oraya dönmek istersiniz! Vasiyet edin, ebedi istirahatgahınız, Büyük Millet Meclisi’nden İstasyon’a inen cadde üzerindeki yuvarlak yer olsun!

Atatürk ise buna, ‘İyi ve kalabalık bir yer fakat ben böyle bir arzumu milletime vasiyet edemem’ diyerek cevap vermiş!

Bir süre sonra masada bulunan konuklardan Recep Paker, ulu öndere memleketin bütün sınır boylarından getirilecek toprakların üzerinde yatmanın yakışacağını söylemiş. Atatürk, böyle bir fikirden onur duyacağını söylemiş ve duygulanarak gözleri dolu dolu Afet İnan’a bakarak; “Bunu unutma!” demiş!

Gerçekten de öyle olmuş! Gömülürken ülkenin 7 bölgesinden, sınır boylarından getirilen toprak atılmış naaşının üstüne!

Ve yine gurur verici bir bilgi, 1945 yılında, Anıtkabir inşaatının kontrol mühendisliği bir kadına- Sabiha Rıfat Güreyman’a verildiğinde, “Ne mutlu ki Türk kadınına çağdaşlık yolunu açan Atatürk’e olan minnet borcumun bir bölümünü ödeyebileceğim” demiş Güreyman!

Bilmem duymuş muydunuz bu şahane kadının ismini daha önce ilk kadın mühendis, ilk kadın voleybolcu- “Sarı Melek”!

Manastırlı bir subayın, çok genç yaşta yetim kalan kızı Sabiha Rıfat Güreyman!

Fenerbahçe kadın voleybol takımı 1927’lerde kuruluyor, o da orada oynamak için yazılıyor ama o dönem şartlarında maç yapacak başka kadın takımı olmadığından kapanıyor. Ancak içlerinde bir kız vardır ki erkek arkadaşları ile Yüksek Mühendis Mektebi’nde oynamaya devam ediyor. O kadar yetenekli ki onu Fenerbahçe erkek voleybol takımına alıyorlar ve Fenerbahçe erkek voleybol takımı, 1929 yılı İstanbul şampiyonluğunu, 5 erkek, 1 kadın oyuncu ile kazanıyor. Fenerbahçe taraftarları, Sabiha Rıfat Gürayman’a, “Uçan Parmaklar” ismini takıyor!

Başarıları Ata’nın kulağına gidiyor ve Atatürk’ün izniyle Yüksek Mühendis Mektebine (İTÜ) alınan ilk kadın mühendis oluyor. Mezun olduktan sonra Ankara’ya atanıyor, uzmanlık alanı da köprü yapımı oluyor. Ankara Beypazarı yolundaki köprü, o dönem için zorlu bir proje, Sabiha Rıfat üstesinden geliyor hatta köprü bugün, “Kız Köprüsü” olarak anılıyor!

Sabiha Rıfat’ın çocuğu olmamış, şehit çocuklarının okuması gerektiğini de düşündüğü için çalışma hayatında elde ettiği tüm kazancını, İstanbul Teknik Üniversitesi Vakfı’na ve Fevzi Akkaya Temel Eğitim Vakfı’na bağışlıyor. Bu vakıflar aracılığıyla da burslar vererek birçok şehit çocuğunun eğitim masraflarını karşılıyor.

Velhasıl 10 Kasım ölümsüzlüğünün günüdür!

Bir gün herkes ölür; kimi toprağa, kimi bir ulusun bağrına gömülür!

…………………………………………*……………………………………..

Çiçekte bile o var

Hafta Atam’a adanmalı, onu anlamalı, saygı ve minnetle anmalı!

Hemen her yerde o var, 85 yıl önce gitse de varlığı hep içimizde, havada- doğada hatta çiçekte!

Evet evet hatta çiçekte! Sevmeler doyamadığım nazlı çiçeğimde!

Yerinin değiştirilmesine, suyunun olması gerekenden az ya da çok verilmesine anında tepki veren, yapraklarının kızarması ayrı çaba gerektiren ama yaprakları gürleşip hele de kızarmaya başladılar mı bakmalar yetmeyen çiçeğimde var adı da kendisi de!

Doğru tahmin; “Atatürk Çiçeği”nden bahsediyorum elbette!

Peki Atatürk çiçeğinin adı nerden geliyor biliyor musunuz?

Valla ben Atatürk çiçeğinin adını biz koyduk zannediyordum, işin aslı öyle şöyleymiş:

Yıl 1933, yer Şikago! Vanderbit Üniversitesi profesörlerinden doktor Kirk Landın, laboratuvarda birçok denemeler neticesinde kırmızı renkte yeni bir çiçek elde eder. Profesör bu yeni çiçeğe isim ararken o sırada yanında duran, Tarsus Koleji’nde Atatürk’le tanışmış, onun bilgi ve ilgisine hayran olan diğer profesör arkadaşı, bu çiçeğe Atatürk isminin verilmesini önermiş!

Bu öneri, ‘Dünya Nebatat Dairesi’ne iletilmiş ve isim, Atatürk’ün yaptığı çalışmaların anlatıldığı toplantıda oy birliğiyle kabul edilmiş! Yani dünyadaki her ülkede, bu kırmızı, alımlı çiçek, ‘Atatürk’ adıyla üretiliyor ve satılıyor!

Oturdum, bir çiçeğe adı verilen başka bir lider var mıdır diye araştırdım. Yok, başka lider yok!

Çünkü askeri- sivili, havası- tabiatıyla bu kadar bütünleşebilen bir lideri dünya tarihi yazmadı!

Atatürk dünya lideriydi, yeri dolmadı- dolmayacaktı! 

………………………………………….*…………………………………………..

HAFTANIN EN’LERİ 

Haftanın Fenomenleri: DilanEngin Polat çiftinden sonra mercek altına alınan sosyal medya fenomenlerinden Şüheda-Cem Kaya çiftinin de mal varlığı sosyal medyada gündem oldu! Şifalı eldivenlerLE hastaları tedavi ettiğini söyleyerek lüks bir hayat yaşayan çift, ‘Canlandıran Şifa Kurumları’ isimli bir alternatif tıp merkezi kuran fenomen Kaya çifti, taktığı eldivenlerle hastalara masaj yaparak şifa dağıttığını iddia ediyor! İyilik yapıp şifa dağıtıyor, kazandıkları paralarla sosyal medyada hava atıyor!

Vay be ne hale geldik! Yediğini- içtiğini göstermeyi ayıp sayanı bırakıp, çalıp çırptığını gözümüze sokanı baş tacı ettik!  Ah biz ne zaman değerlerimizi bu kadar kaybettik! 

Haftanın Anlaşması: Amerika tarihinin en uzun grevinde nihayet bir anlaşma sağlandı! ABD’de eğlence sektörünün en uzun süren grevi, Oyuncular Sendikası ile büyük stüdyolar ve film platformları arasında anlaşmanın sağlanmasıyla çarşamba gecesi sonlandı. Grev yüzünden yüzlerce popüler televizyon dizisi ve filmin yapımına ara verilirken, ABD ekonomisi de milyarlarca dolar zarar gördü. Grevin sona ermesiyle film setleri tekrar açılacak, oyuncular işlerine geri dönebilecek ve sektörde çalışan binlerce kişi tekrar çalışmaya başlayacak! Valla Amerika’da da işler bu kadar karışmışsa, bilmem bu dünya nasıl toparlanacak! 

Haftanın Değişimi: Tarihi bir değişim oldu! Cumhuriyet Halk Partisi’nin (CHP) 38. Olağan Kurultayı’nın ikinci tur oylamasında Manisa Milletvekili Özgür Özel 812 oy alarak CHP’nin 8.genel başkanı seçildi. 13 yıldır Genel Başkanlık görevini üstlenen Kemal Kılıçdaroğlu, kaybettiği sayısız seçimin ardından olağan kurultayda da kaybeden ilk ve tek başkan olarak makamını devretti! Değişmeyen tek şeyin değişim olduğu bir evrende, böyle bir değişimin zamanı çoktan gelmiş geçmişti bile! Vatana, millete hayırlı olsun diyelim bence! 

Haftanın Kaybı: Belki yüzünü tanımadığımız ama sesini çok yakından tanıdığımız ünlü bir seslendirme sanatçımız! Türkan Şoray, Fatma Girik, Filiz Akın, Hülya Koçyiğit, Belgin Doruk, Gülşen Bubikoğlu, Emel Sayın ve Necla Nazır’ın da aralarında bulunduğu birçok ünlü sanatçının seslendirmesini yapan oyuncu Jeyan Mahfi Ayral Tözüm, İstanbul’da kaldığı huzurevinde hayata veda etti! O unutulmaz ‘nayır- nolamaz!’ repliklerini seslendiren usta tiyatrocuya Allah’tan rahmet diliyor, ailesine başsağlığı diyoruz! 

Haftanın AçıklamasıDünyanın deli- dâhisi, her yaptığı- her söylediği olay olan Elon Musk’tan geldi! Musk, İngiltere’de düzenlenen Yapay Zeka Güvenliği Zirvesi’nde yapay zekanın insanlığın karşı karşıya olduğu en acil var oluşsal risk olduğunu söyledi! İnsanların en hızlı ya da en güçlü canlı olmamasına rağmen en zeki canlı olduğunu söyleyen Musk, maalesef yapay zekanın daha zeki olacağını belirterek gerekli tedbirlerin alınması için bilim insanlarını ikaz etti! O değil de ilk defa Elon Musk ile aynı fikirde olmak beni biraz şok etti! Ya ben deliriyorum ya Elon efendi, nadir de olsa mantıklı iki çift laf etmeye karar verdi- Tercihim ikincisi 🙂

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir